eski insanların, ziyadesiyle de mısırlıların en
önemli uğraşılarından birisi de, öldükten sonraki yaşama dair arayışlardı.
bunun için kültürleri boyunca, pek çok kehanet üretmişlerdir. ölümden sonra
yaşam inancı, mısırlıların görkemli bir mimari yapı yaratmalarını sağladı.
süslü mezar taşları, mumyalama taşları, odaları ve tabii piramitler bunlardan
bazılarıydı. hatta dönem zanaatkarları, kral ölülerinin gömüldüğü "krallar
vadisi"nde, ölümden sonraki yaşama giden muhteşem bir geçit bile
hazırlamışlardı. hiç doğru veya yanlışlığına değinmeden başlarsam;
süreç tıbben
yaşamsal fonksiyonların durması ile start alırdı. mısırlılar için, önemli olan
fiziksel bedendi. eğer beden iyi korunursa, ruhu ileride yer altı dünyasında
onu tanıyacak, ikili yeniden birleşecekti. bu sebepten, bedenin korunması için
mumyalama işlemi yapılırdı. bundan başka modern tıpta kullanılan kimi yöntemlerin mucidinin mısırlılar olduğunu da biliyoruz.
işlem sonrası
ölü gömülürdü.. bundan sonra, yeraltı dünyasında verilecek korkunç bir dizi
savaş başlardı. mısırlıların, bu korkunç ülkede yolunu bulabilmeleri için,
ayrıntılı bir rehbere ihtiyaçları vardı. bu sebeple, mezar duvarlarına rehber
görevi üstlenecek çeşitli semboller çizilirdi.
yer altında,
kişiyi bir dizi ölü ruh karşılardı. bir nevi karşılama ekibi gibi. şayet gelen
ölü kral ise, yani firavunsa, transfigürasyon(başka bir forma dönüşme) geçirip, mısırda güneş tanrısı "ra"'ya dönüştüğünden dolayı, ayrı ve zorlu bir süreç başlardı. firavun, onun
kimliği ile bütünleşir, güneş olarak kabul görürdü. ve yer altındaki karanlık
dünya ile savaşı vücut bulurdu. bu, kötüye karşı olan kutsal ra’nın savaşıydı
bir bakıma.
kutsal olan
güneş, her sabah doğar, her akşam ölürdü. doğması için dua edilirdi. kralların
yaptığı yolculuklar, sürdüğü başarılar, güneşin doğudan batıya geçiş sürecine
benzetilirdi. eski mısırlıların en büyük korkusu buydu. eğer firavunlar bu
yolculuğu başaramazlarsa, bu dünyanın sonu olurdu. şayet güneş doğmazsa, sonsuz
bir gece yaşanırdı.
kültün en önemli
figürü firavunlar, öldükleri gece, her saat başı bir tane olmak üzere, 12
kapıdan geçerlerdi. ancak bu yolculuk kolay değildi ve her kapıda bekleyen
birer büyük yılan vardı. bu, bir tür eleminasyondu. layık olmayanlar, saf
olmayanlar buradan geçemezdi. sağlıklı ahret, saf olmaya bağlıydı. (bu arada ra'yı sarı kırmızı kıyafetli bir halde seçişimde galatasaraylı olmamın rolü yok :))
bundan hariç,
büyü ilmine de ihtiyacınız vardı.. bu, pek çok kültür düzeninde rastlanan,
şifreli sözcüklerden birisini söylemekle aşılırdı. bu şifreli sözcük sonrası,
hayvanlar uysallaşır, kapıdan geçilmesine müsaade ederlerdi. (orpheus mitine
benziyor bu yönüyle) bu ilmi, sadece firavunlara verirlerdi. dediğimiz gibi, bu
şifreler mezar taşlarında yazılırdı. bu ilim sadece onlara bahşedilmişti zira,
onlar savaşı verecek tanrı ra’nın manifestayonuydular. (sağlam bir kelime çaktım burada, yansıması, tezahürü yani)
tüm insanlar
kapılardan ikincisi geçildikten sonra, semavi dinlerde de kendisine yer edinmiş
bir motif olan, cehennem alevleri ile karşılaşılırdı. bu bir göle benzer.. eğer
adamsanız, bu göl size etki etmez; ancak layık değilseniz, alevden göle malzeme
olurdunuz. bu aşama, sıradan mısırlılar için fazlaydı, aşılması oldukça zordu.
ama firavun güneş tanrısı ile birleştiğinden, o bu noktadaki özgün rolüyle,
merhaleyi aşardı. takibenki dördüncü kapıda, yine yılan suretinde, şeytanı
karşılayan “apofis” bulunurdu. kendisini de bir alicengiz ile geçerseniz, diğer
kapılar nisptene aşılması yönünden kolaylaşırdı.
tüm kapılar
geçildikten sonra, sonsuz bir berzah; aydınlık ve yoğun ışık hüzmesi, sizi
güzellikler ve sonsuz nimetlerin bulunduğu hayal ve güzellikler diyarına atardı. cennet her yerde cennet.. yine sonsuz güzellik ve erdem var anlaşılan.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder