6 Mayıs 2013 Pazartesi

antik mısırda ölümden sonra yaşam inancı




eski insanların, ziyadesiyle de mısırlıların en önemli uğraşılarından birisi de, öldükten sonraki yaşama dair arayışlardı. bunun için kültürleri boyunca, pek çok kehanet üretmişlerdir. ölümden sonra yaşam inancı, mısırlıların görkemli bir mimari yapı yaratmalarını sağladı. süslü mezar taşları, mumyalama taşları, odaları ve tabii piramitler bunlardan bazılarıydı. hatta dönem zanaatkarları, kral ölülerinin gömüldüğü "krallar vadisi"nde, ölümden sonraki yaşama giden muhteşem bir geçit bile hazırlamışlardı. hiç doğru veya yanlışlığına değinmeden başlarsam;


süreç tıbben yaşamsal fonksiyonların durması ile start alırdı. mısırlılar için, önemli olan fiziksel bedendi. eğer beden iyi korunursa, ruhu ileride yer altı dünyasında onu tanıyacak, ikili yeniden birleşecekti. bu sebepten, bedenin korunması için mumyalama işlemi yapılırdı. bundan başka modern tıpta kullanılan kimi yöntemlerin mucidinin mısırlılar olduğunu da biliyoruz.
işlem sonrası ölü gömülürdü.. bundan sonra, yeraltı dünyasında verilecek korkunç bir dizi savaş başlardı. mısırlıların, bu korkunç ülkede yolunu bulabilmeleri için, ayrıntılı bir rehbere ihtiyaçları vardı. bu sebeple, mezar duvarlarına rehber görevi üstlenecek çeşitli semboller çizilirdi. 

yer altında, kişiyi bir dizi ölü ruh karşılardı. bir nevi karşılama ekibi gibi. şayet gelen ölü kral ise, yani firavunsa, transfigürasyon(başka bir forma dönüşme) geçirip, mısırda güneş tanrısı "ra"'ya dönüştüğünden dolayı, ayrı ve zorlu bir süreç başlardı. firavun, onun kimliği ile bütünleşir, güneş olarak kabul görürdü. ve yer altındaki karanlık dünya ile savaşı vücut bulurdu. bu, kötüye karşı olan kutsal ra’nın savaşıydı bir bakıma. 


kutsal olan güneş, her sabah doğar, her akşam ölürdü. doğması için dua edilirdi. kralların yaptığı yolculuklar, sürdüğü başarılar, güneşin doğudan batıya geçiş sürecine benzetilirdi. eski mısırlıların en büyük korkusu buydu. eğer firavunlar bu yolculuğu başaramazlarsa, bu dünyanın sonu olurdu. şayet güneş doğmazsa, sonsuz bir gece yaşanırdı. 
kültün en önemli figürü firavunlar, öldükleri gece, her saat başı bir tane olmak üzere, 12 kapıdan geçerlerdi. ancak bu yolculuk kolay değildi ve her kapıda bekleyen birer büyük yılan vardı. bu, bir tür eleminasyondu. layık olmayanlar, saf olmayanlar buradan geçemezdi. sağlıklı ahret, saf olmaya bağlıydı. (bu arada ra'yı sarı kırmızı kıyafetli bir halde seçişimde galatasaraylı olmamın rolü yok :))

bundan hariç, büyü ilmine de ihtiyacınız vardı.. bu, pek çok kültür düzeninde rastlanan, şifreli sözcüklerden birisini söylemekle aşılırdı. bu şifreli sözcük sonrası, hayvanlar uysallaşır, kapıdan geçilmesine müsaade ederlerdi. (orpheus mitine benziyor bu yönüyle) bu ilmi, sadece firavunlara verirlerdi. dediğimiz gibi, bu şifreler mezar taşlarında yazılırdı. bu ilim sadece onlara bahşedilmişti zira, onlar savaşı verecek tanrı ra’nın manifestayonuydular. (sağlam bir kelime çaktım burada, yansıması, tezahürü yani)

tüm insanlar kapılardan ikincisi geçildikten sonra, semavi dinlerde de kendisine yer edinmiş bir motif olan, cehennem alevleri ile karşılaşılırdı. bu bir göle benzer.. eğer adamsanız, bu göl size etki etmez; ancak layık değilseniz, alevden göle malzeme olurdunuz. bu aşama, sıradan mısırlılar için fazlaydı, aşılması oldukça zordu. ama firavun güneş tanrısı ile birleştiğinden, o bu noktadaki özgün rolüyle, merhaleyi aşardı. takibenki dördüncü kapıda, yine yılan suretinde, şeytanı karşılayan “apofis” bulunurdu. kendisini de bir alicengiz ile geçerseniz, diğer kapılar nisptene aşılması yönünden kolaylaşırdı. 

tüm kapılar geçildikten sonra, sonsuz bir berzah; aydınlık ve yoğun ışık hüzmesi, sizi güzellikler ve sonsuz nimetlerin bulunduğu hayal ve güzellikler diyarına atardı. cennet her yerde cennet.. yine sonsuz güzellik ve erdem var anlaşılan. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder